Felsefi danışmanlık yenice ortaya çıkmış mesnedi olmayan bir uygulama değildir. Felsefeye ruh ve zihnin terbiyesi neticesinde ruhun özgürleşip özgürce kanat çırparak ebedi mutluluğa ve kurtuluşa, Bir olana, birliğe ulaşması amacını yükleyen Pythagoras; iyi ve mutlu bir hayatın ancak logosa (Tanrısal akla, ilahi kelama, yasa ve düzene) uygun yaşamakla mümkün olacağını dile getiren Herakletios; yine Herakleitos gibi iyi ve mutlu bir hayatın nasıl mümkün olabileceğini soruşturan, felsefi bir sorgulama olmadan ve ruhu sağaltıp kendini tanımadan yaşanacak bir hayatın değerli olmadığını açıkça dile getiren Sokrates; el ve ayakları zincirlenmiş insanları gerçek zannettikleri karanlık ve hayali bir mağaradan (Baudrillard’ın diliyle hiper gerçeklik kazandırılmış bir simülasyon evreninden) çıkararak hakikate ve özgürlüğe ulaştırmayı felsefenin biricik görevi olarak gören Platon; Tanrıya benzemeyi ve tanrıca bir hayat sürmeyi insanın ereği (telosu) ve felsefenin de gayesi olarak değerlendiren, doğamızdaki tanrısal aklı geliştirerek ve bu aklın hem insan ruhunu ve hayatını hem de toplumsal hayatı ölçülülüğü esas alarak yönetmesiyle kazanılacak erdemli bir hayatı ebedi mutluluğun anahtarı gibi sunan Aristoteles felsefi danışmanlığın en kadim kurucu ve biçimlendirici büyükleridir. Onlar için felsefe salt teorik ve soyut bir merak ve düşünme değildi. Asıl olarak onlar için felsefe, bir yaşama biçimi, bir yaşama sanatı, ebedi ve ilahi mutluluğa (Eudaimon) götürecek pratik bir yaşama yoluydu. Kendini bir sanat eseri gibi görmek ve geliştirmek esas amaçlarıydı. Helenistik dönemin Kuşkucuları, Epikürosçuları, Stoacıları için de felsefenin nihai gayesi acıları, kaygıları ve iç çatışmaları dindirmek, mutluluğa ermek, özgürleşmek ve bağımsızlaşmak, ruh ve zihin dinginliği, sarsılmazlık ve kendine hakim olma gibi değerlerin bireylerin hayatında gerçeklik kazanabilmesiydi. Onlar için filozofların varlık sebebi, insanların bu değerleri kazanarak iyi ve mutlu bir hayat sürebilmeleri konusunda onlara danışmanlık ve koçluk yapabilmektir. Rönesans ise bu kadim felsefi ruhun ve yaşama sanatının yeniden diriltilmesiydi. Günümüze kadar süreç izlendiğinde felsefenin hakikat/gerçek, özgürlük, mutluluk, ruh ve zihin dinginliği, kendini tanıma arayışı duraksamadan devam etmiştir. Sadece bir arayış değildir yapılan elbette, aynı zamanda bir yol, bir düşünme ve yaşama biçimi olarak insanlığın hizmetine sunmuştur. Tam da bu nedenle insanlığın gelişimine katkı sunan neredeyse her şeyde felsefeye çok şey borçluyuz. Ya da bir şeyin felsefesi olmadığı ya da yapılmadığı sürece temelsizdir, boşluktadır, sistematiklikten, düzenden ve yönden yoksundur. Neredeyse tüm bilimler doğuşunu ve sürekli gelişimini felsefeye borçludur. Psikolojik danışmanlık ya da psikoterapinin içeriğine biraz göz gezdirseniz Stoacı düşünceden, mutluluk ahlakından, natüralist düşünceden, materyalist ve mekanistik düşünceden, varoluşçuluktan, mistisizmden, fenomenolojiden, hermeneutikten ne çok şey bulursunuz. Felsefi yaklaşımın bilimlere güç vermekle birlikte bilimsel bir disiplin olmaması ve bireylere ve olaylara bilimin kavram ve kuramlarıyla bakmaması onun en büyük zenginliği ve özgürlüğüdür. Çünkü insan salt bilimsel nedenlere indirgenerek anlaşılabilecek ve açıklanabilecek bir varlık değildir. Bilimsel nedenlerle izah edilebilen bir şey ancak mekanik bir şey, makine benzeri bir şey olabilir. Oysa insan mekanik olarak işleyen salt maddi doğaya sahip bir nesne değildir. Diğer yandan, insanın kendisine, tüm duygu ve inançlarından arınarak, salt nesnel bir gözle bakabilmesi de pek mümkün değildir. Özellikle insanın paradoksal, karmaşık ve çelişkili doğası her tür bilimsel yaklaşımın önündeki en büyük engeldir. Bu nedenle, insanın varoluşsal sorunlarına dair en köklü ve en insani anlama ve yaklaşımın felsefeye ait olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle bir felsefi danışman, danışanını dinlerken asla bilimsel olarak tanılanmış bir hastalık, bir patoloji, bir düzensizlik, bozuk işleyişin gerisindeki bir nedensel faktörü aramaz, kısaca psikiyatri ve psikolojinin bilimsel gözlüğüyle görülebilecek bir anomali ya da anormallik arayışına düşmez. İyi-kötü, sağlıklı-sağlıksız, düzenli-düzensiz, uyumlu-uyumsuz benzeri dikotomik kategorilerle de iş görmez. Ve daha önemlisi, danışanını asla tanımlanmış bir normalliğe, uyuma ve düzene kavuşturma gayesini de gütmez. Bir felsefi danışanın yapabileceği en güzel şey, danışanını felsefi bir diyalog ve anlayış içerisinde anlamaya çalışmak ve sonrasında danışanın kendi bilişsel, duyuşsal ve davranışsal kabiliyetleri, becerileri ve doğal ışığıyla kendisini anlamasına ve anlamlandırmasına yardımcı olmaktır.

Günümüzde felsefi danışmanlık başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede, gerek psikoterapiye alternatif olarak gerekse psikoterapinin tamamlayıcısı ve işbirlikçisi olarak, resmi bir uygulama ve meslek biçiminde kurumsallaşmıştır. İnternet ortamında küçük bir araştırmayla özellikle Amerika ve Avrupa ülkelerinde çok sayıda felsefi danışmanlık mesleğini icra edene; felsefi danışmanlık, varoluşçu terapi, felsefi uygulama, mantık temelli terapi başlığıyla kurs ve sertifika veren veya lisansüstü anabilim dalları oluşturan kurumlara, uluslararası kongrelere ve dergilere rastlarsınız. Felsefi danışmanlığa ilişkin yazılmış ilk ve önemli felsefi eserlerden birisi, Peter Koestenbaum’un 1978’de yayımlanan The New Image of the Person: The Theory and Practice of Clinical Philosophy (İnsana Dair Yeni Bir Perspektif: Klinik Felsefesinin Teorisi ve Pratiği) adlı eseridir. Yine 1980’de Humanist adlı dergide yayımlanan Seymon Hersh’e ait The Counseling Philosophy (Danışmanlık Felsefesi) başlıklı yazısı ile editörlüğünü Ran Lahav ile Maria Tillmanns’ın yaptığı 1995’de yayımlanan Essays on Philosophical Counseling (Felsefi Danışmanlık Üzerine Denemeler) ve 2000’de yayımlanan Peter B. Raabe’nin Philosophical Counseling: Theory and Practice (Felsefi Danışmanlık: Teori ve Uygulama) başlıklı kitap çalışması da ilgili literatür açısından önemlidir. Bu alanda çalışan bazı felsefecilerce felsefi danışmanlığın 1967’lerden beri uygulandığı iddia edilse de (Pierre Grimes’ın Noetic Society’si) felsefi danışmanlığın psikoterapiden bağımsız resmi bir uygulama ve meslek olarak kurumsallaşmasını Alman filozof Gerd B. Achenbach ile Hollandalı filozof Ad Hoogendijk’e borçluyuz. Dolayısıyla felsefi danışmanlık ve uygulama üzerine inşa edilen en eski kurum Achenbach’ın 1982’de kurduğu German Society for Philosophical Practice and Counseling’dir (Alman Felsefi Uygulama ve Danışmanlık Topluluğu). Hoogendjik de Hollanda’da kurumsal manada ilk felsefi uygulama çalışmasını 1987’de başlatmıştır. 1989’da da The Dutch Association of Philosophical Practice (Hollanda Felsefi Uygulama Derneği) kurulmuştur. Söz konusu kurumsallaşma giderek Amerika ve diğer Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmaya başlamıştır. Amerika’da felsefi danışmanlık ve uygulama üzerine kurulan en eski kurum, üç Amerikalı filozof Elliot D. Cohen, Paul Sharkey ve Thomas Magnell’in öncülük ettiği National Philosophical Counseling Association’dır (Ulusal Felsefi Danışmanlık Derneği).  Amerika’da ses getiren diğer önemli bir kurum da Türkiye’de Felsefe Terapisi: Prozac’ı Bırak Platon’a Takıl ve Felsefe Hayatınızı Nasıl Değiştirir? adlı eserleriyle tanınan Lou Marinof’un kurduğu American Philosophical Practitioners Association’dır (Amerika Felsefi Uygulayıcılar Derneği).